DÜŞÜNME(K) AHLÂKI


Fakültemizin tertip ettiği düzenli ilmi toplantılar silsilesi olan SELİMİYE KONUŞMALARI’nın 4. sezon 26. programı Fakültemizin Selimiye binasında gerçekleştirildi. Fakültemiz öğretim üyelerinden Dr. Öğr. Üyesi M. Necip Yılmaz’ın moderatörlüğünü yaptığı programda Kırklareli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ahmet Çapku “Düşünme(k) Ahlâkı” başlıklı bir konuşma yaptı.

Konuşmanın takdiminde Necip Yılmaz, düşünme ve ahlakın ne ifade ettiği ve nasıl anlaşılması gerektiği üzerine birkaç anekdot anlatıp ahlakın bir kez kaybedildiği zaman bir daha bulunamayacağını ifade ederek sözü Doç. Dr. Ahmet Çapku’ya bıraktı. Çapku konuşmasında şunları ifade etmiştir:

“Düşünmek insânî bir haslet. İnsan alet yapabilen, gülebilen, ekonomik olabilen ve ölümlü canlı şeklinde farklı tarifler var. Ama bence insan aklı ve ahlakı kuşanan canlıdır. Kuran’da insana verilen emanetin bazı tefsirlerde akletme yetisi olduğuna dair görüşler var. Kimi düşünürler Kuran’ı baştan sona bir ahlak kitabı olarak görürler. Bu, insanın düşünen ve ahlakla var olan bir canlı olduğunu gösterir. İnsanın haricinde herhangi bir varlığa ahlakı iliştirmekte zorlanıyoruz.

İnsanın düşüncesi dil denilen yapı ile oluşur kültür ve çevre unsurları ile birlikte. Dil, kültür ve coğrafya ile şekilleniyor. Bu, dolayısıyla düşünceye yansıyor. Bununla birlikte yiyip içilenler dahi insanın düşüncesini şekillendirir. Aldığımız eğitim biçimleri, genetik kodlarımız, siyasi iktisadi yapı düşüncelerimize etki ediyor.

Düşünmek, aklın kendi kendini bilgi konusu yaparak belleğimizin olayları incelemesi bir takım kavramları elde etmesi, sözcükler, terimler, simgeler yoluyla zihnin gerçekleştirdiği faaliyet.  Doğal olarak zihinsel faaliyetlerin yolunu gösteren ilme mantık ilmi denir. Mantık düşünmenin grameridir. Bu manada Aristo’dan Farabi’ye hatta günümüze gelen süreçte bize bilgide kesinliği sağlayan bilme ölçüsüne göre üç kategori yapılmıştır: bunun en üst tabakası burhani yöntem/analitik yöntem diyebiliriz, bunun altında cedeli yöntem/diyalektik yöntem diyebiliriz, en altta ise hatabi yöntem yani daha çok beş duyuya dayalı iknaya dayalı seviye.

Eğer doğru bilgiye ulaşmak istiyorsak bu konuda iyi araştırma yapmamız gerekiyor. Kuran’da bir fasık/bozguncu size bir haber getirdiğinde onun araştırılması gerektiği buyuruluyor. Bu noktada ben mü’minim diyen kişiye düşen görev bilginin kesinliği nedir bu konuda çaba sarf etmesi gerekiyor. Bizim düşünce insanlarımız tarih boyunca kesin bilgiye ulaşmaya çalışmışlardır. Gazzali bu konuda örnek verilebilir. Konu metot olunca eskilerin bu konuda bir sözü vardır ‘vusülsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir.’

Yöntem ve usul söz konusu olunca İhsan Fazlıoğlu şöyle bir öneride bulunuyor, batılıları bugünkü seviyeye getiren eğer gözlem ve deney ise bunu ilk ortaya koyan Müslüman ilim adamlarıdır ve bunların başında İbn Heysem gelir. İbn Heysem’in Kitabü’l-menazır isimli optikle ilgili bir kitabı var ve bu tamamen deney ve gözlem üzerine kurgulanmış bir kitaptır. Mesela bu kitapta geçen ‘itibar’ kelimesi (Kuran’da da geçer bu ifade) Latinceye ‘experimentum’ olarak çevrilmiş. Experimentum deneye gözleme dayalı bilgi demektir. Demek ki itibar kelimesini bu anlamda çevirmişler. Batılılar bilgiyi güç olarak görme eğilimindedirler. Bize göre bilgi gücün yanında sahibini insan-ı kamil yapan, mütevazı kılan bir şeydir. İlim, bilgi, düşünce bizim geleneğimizde kişiyi ahlaklı kılması gereken bir şeydir. Diğer taraftan ilim Nur Suresi’nde geçen ifadeye göre ne doğuya ne batıya ait bir şeydir.

Batılıların kendilerini merkeze alarak düşünmesi ve bunu bütün dünyaya bu şekilde kabul ettirmesi diğer toplumlarda bir aşağılık kompleksi ve taklitçilik meydana getirdi. İbn Haldun der ki ‘mağluplar galiplerde bir kemal görür ve onlara öykünürler.’ Deney ve gözlem metodunun önceden bizde olduğunu genç nesillere anlatmadığımızda onlarda bizde bir şeyin olmadığına dair fikirler gelişiyor.

İbn Sina’nın düşünme sistemine baktığımızda öncelikle mantık ilmini görürüz. Daha sonra tabiiyyatı yani fiziği, dış dünyayı ardından matematiği ve en son aşama ilahiyyat/metafiziği görürüz. Demek ki fizik olmadan metafizik olmuyor. Ya da metafiziği adamakıllı kuracaksak fizik bilgimizin matematik bilgimizin olması gerekiyor. Önceleri bu şekilde bir anlayış varken daha sonra metin merkezli bir anlayış gelişti. Katip Çelebi 17. Yüzyılda medreselerde felsefe ilimleri kaldırılıyor diyor ve eserinde akli ilimlerin lüzumuna dair başlık açıyor. Kuran’daki yerlere ve göklere bakmazlar mı tarzındaki ifadelerin bazıları tarafından afedersiniz sığır gibi bakmak zannedildiğini söylüyor. Çelebi, matematik bilen müftü ile bilmeyen müftü arasında adaletin sağlanması noktasında nasıl fark olduğunu ortaya koymuştur.

Mahmut Kaya bir makalesinde şunları söyler ‘Fahreddin Razi’den sonra ortaya çıkan felsefî kelam döneminde Adudiddin İcî isimli bir âlim Mevakıf isimli bir kelam eseri yazmıştır. Bu eser felsefî kelamın en iyi örneklerinden olup yüzyıllarca medreselerde okutulmuştur. Bu eserde ontoloji/varlık, epistemoloji/bilgi, kozmoloji/evrenbilim, matematik, astronomi, geometri, tabiat ilimleri özet olarak veriliyor. Bu ilimler dine uygun mu değil mi bu gözle ele alınıyor. Bu bölüm eserin en hacimli kısmıdır. Eserin kalan kısmında ilahiyyat, nübüvvet ve semiyyat konuları işlenmiştir. İcî bu eserde sebr ve taksim denilen klasik mantıkta şartlı kıyasa karşılık gelen gereksiz bir yöntem kullanmıştır. Bu yöntemle bir konu hakkında her bir ihtimal ayrı ayrı tartışılır, bütün ihtimaller tüketilene kadar problem irdelenir. Ne var ki sonunda asıl meseleden uzaklaşılır, ayrıntılar üzerinde sürüp giden tartışma kısır bir cedelden, diyalektikten başka bir şey değildir. İşte müteahhirin dönem kelamcılarının asırlardır kullandıkları zekayı iğdiş eden bu yöntem kanaatimce ilim ve fikir hayatımızın önünü tıkayan en büyük engellerden biri olmuştur. Fikir planında İslam’ı koruma amacıyla üretilen bu bilgi ne dinin ne felsefenin ne de ilmin işine yaramamıştır. Şayet bu dönemde Fahreddin Razi öncesi kaynaklara inilip İbn Heysem’in uyguladığı bilimsel yöntem ya da Gazzali’nin bilgiye ulaşmak için şüpheyi bir metod olarak kullandığı yöntem bir metod olarak kullanılsaydı herhalde Descartes’ten önce modern bilgiyi Müslüman âlimler üretecekti.’ Bunlar Mahmut Kaya’nın düşüncesi, eleştirilebilir.  Burada yönteme bir eleştiri getiriliyor. Geçmiş müdevvenata gereken önem verilmeli ancak eleştirmemiz de gerekiyor.

Tabiiyyat yani fizik konusuna gelecek olursak Kuran’da yaklaşık 750 yerde aklı kullanmaya dönük ayet varmış. Göklerin ve yerin yaratılışı, insanın yaratılışı, hayvanın yaratılışı, binek hayvanları, nakil vasıtaları, yağmur, ziraat ürünlerinin ortaya çıkması bütün bu ayetlerin sonunda bunlarda ‘tefekkür’ edenler için ayetler vardır buyurulur. Sonra gece gündüz, güneş ve ay bunlarda ‘taakkul’ edenler için ibretler vardır. Sonra yeryüzünde yaratılanların çeşitli renklerde olması ‘tezekkür’ edenler için Allah’ın varlığına bir ayet işaret vardır. Sonra deniz ürünlerinin insanların hizmetine sunulması bunda da ‘teşekkür’ edenler için Allah’ın varlığına işaret vardır buyuruluyor. Dikkatimi çeken şu, tabiat anlatılıyor ve tefekküre yöneltiliyor.

Mesela Wright kardeşler bir kütüphanede bir kitap okuyor uçma ile alakalı. Bu kardeşlerin asıl mesleği bisiklet tamirciliği. Bir uçurtma yapıyorlar dükkanlarına rüzgar tüneli açıyorlar ve uçuruyorlar. Sonra diyorlar ki bu uçurtmaya motor taksak uçar mı? Deniyorlar oluyor. Bisiklet tamirciliğinden bir uçağın icadı çıkıyor. Ben tefekkürü böyle bir şey olarak anlıyorum. Tabiatın incelenmesi sonucu i’mal-ı fikir etmek. Bir saatlik tefekkür yetmiş yıllık ibadete bedel buyurmuş Peygamberimiz. Peki nedir bu tefekkür? Tabiatın incelenmesi ve tabiatın gizli sırlarının keşfedilmesi ve insanların hizmetine sunulması… Elbette yetmiş yıllık ibadetten hayırlıdır. Burada şunu görüyoruz kim fizikte öne geçiyorsa fikirde de öne geçiyor.

Bu manada eleştirel düşünceye önem vermemiz gerekiyor. Mesela sahabe Peygamberi eleştirmiş midir? Bedir savaşında mevzilenirken Peygamber Efendimize sahabeden birisi sormuş ‘Ya Resulallah neye göre bu şekilde mevzilendirdin vahye göre mi yoksa kendi aklına göre tecrübene göre mi?’ Peygamber Efendimiz aklıma tecrübeme göre deyince sahabe o zaman şöyle mevzilenmemiz daha doğru demiştir. Hurmaların aşılanması konusu da böyledir. Ben buradan şöyle bir anlam çıkarıyorum; sahabe dünyevi konularda eğer aklın bilgilenmesi ile alakalı bir konu ise Hz. Peygamber’e onunkisinden farklı görüşler beyan etmiştir. Hz. Peygamber bundan gocunmamıştır. Yani eleştiri olmadan ilim yol almıyor. Eleştirel düşünceyi inşa edecek eğitsel materyaller oluşturmalıyız. Bunu inşa eden bizim medeniyetimiz. Socrates’in şu sözü bence dikate değer ‘öğrencilerinize bir şey öğretmeyin düşünmesini sağlayın çünkü onlar düşünmeyi öğrendikten sonra zaten kendi çabaları ile öğrenirler, bir çaba sonucu öğrenilen bilgi kalıcı olur silinmez.’ Onun için, nasıl duygu eğitimi şartsa aklın eğitimi de bence şarttır. Ben buna ‘düşünmenin ahlakı’ diyorum.”

Moderatör Necip Yılmaz’ın Gazzali’nin içinde bulunduğu şüphe krizinden Allah’ın kalbine attığı bir nur ile kurtulduğunu ifade ettiğini bu nurdan ne anlaşılması gerektiğini sorması üzerine Çapku şöyle cevap verdi “Nur kavramı ile ilgili çok fazla spekülasyon var. Muhtemelen nurdan kastettiği aklın temel mantıksal verilerini kabul etmesidir. Özdeşlik ilkesi, çelişmezlik ilkesi gibi… Mişkatü’l-envar eserinde Gazzali aklı da bir nur olarak kabul etmektedir. Ancak Gazzali şüphe krizinden sonra ‘nur’u tasavvufçuların anladığı manada ilham, keşif olarak sunmaktadır.” diyerek sözlerine son verdi akabinde soru ve müzakere kısmına geçildi.

Daha sonra dinleyiciler arasında bulunan İlahiyat Fakültesi hocalarından Doç. Dr. Muhammet Altaytaş söz alarak konuşmaya şu ifadeleri ile katkıda bulunmuştur “Konuşma üç kavram üzerinde ilerledi düşünce, ahlak ve hakikat ki bu hakikate iman da diyebiliriz. Ancak bu hakikat yerden mi biter yoksa gökten mi iner, asıl mesele bu. Kadim medeniyetlere baktığımız zaman genelde hakikatin gökten indiği yani fiziği ve tabiatı ihmal etmese de metafizikten fiziğe doğru akan bir düşünce biçimi var. Özellikle aydınlanma ile birlikte deney, gözlem, akıl vb. yani hakikatin yerden bittiği insanın ön plana alındığı bir anlayış revaç buluyor. Siz konuşmanızda zaman zaman kadim anlayış, zaman zaman da modern anlayış zaviyesinden baktınız. Özellikle biz modern aklımızla Gazzali’nin el-Munkiz’de bahsettiği “nur”u anlamakta zorluk çekiyoruz meselâ. Zira Gazzali fiziği, aklı, insanı esas alan modern anlayışın aksine, bize aslolanın nur olduğunu ifade ediyor. Kanaatimce bu yaklaşım daha Müslümanca.   Zira gerek vahiy gerek diğer bilgi yolları olsun, nihayetinde biz hakikatin bilgisine ancak Allah’ın lütfuyla erişebiliyoruz. İman da hidayet de nihayetinden O’nun lütfu iledir.   Bu manada Gazali’nin bahsettiği nur Allah’ın lütfu olsa gerektir. Tefekkür ve tezekkürden bahsettiniz, uçağı icad eden düşünce ile Kur’anî bir kavram olan tefekkürü irtibatlandırdınız. Halbuki Kuran-ı Kerim’e baktığımızda tabiata veya fizik âleme dair bütün atıflar bizi bisikleti üretmekten ziyade imana, Allah’ı bulmaya ve tanımaya dönük atıflardır. Allah’a götürmeyen düşünme faaliyeti ilim değil tenkonoji üretir. Ve sahih bir metafiziğe, imana dayanmayan bir fizik ahlaksızlık, zulüm ve fesad üretir. Dolayısıyla düşünme ve ahlak açısından bakıldığında günümüzdeki öncelikli mesele, sahih bir metafiziğe dayanmayan bir fiziktir. Modern fiziği olduğu gibi alıp metafiziğimize dâhil edemeyiz, biz modern bilimin altında bir metafizik olmadığını farz ediyoruz. Halbuki o fizik nötr değildir, inkarcı bir metafiziğe dayanmaktadır.”

Bu katkının ardından Çapku “zaten bizim geleneğimizde metafizik ve fizik hep beraberdir birbirinden ayrı düşünülmemiştir” diyerek bu eleştirel katkıya cevap vermiştir.

Toplantıya öğretim elemanları ve öğrenciler yanında ilimizdeki sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve halkımızdan konuya alaka duyan seçkin bir topluluk katıldı. SELİMİYE KONUŞMALARI farklı konular ve konuşmacıların katılımıyla her ayın ikinci Salı’sı devam edecektir.

Ek Resimler
Bu içerik 11.01.2019 tarihinde yayınlandı ve toplam 892 kez okundu.